Yazının podcast yayını: Masa Üstü: Bölüm 1 - Küçük Şeyler
Kıvanç Sezer'in Küçük
Şeyler filmi, oldukça sınıfsal bir hikâye anlatmasına rağmen sınıfın empoze
edilen yaşam tarzı, bir modaymış gibi sunulan hastalıkları ve sınıfın dışından bakıldığında
önemsiz gibi görünen sorunları nedeniyle sanki bireysel bir meseleyi temel
alıyormuş gibi görünüyor. Filmde büyük olaylar, şok edici çatışmalar yer almıyor.
Aslında basit, küçük ve orta sınıf için çok tanıdık bir hikâye anlatmasına
karşın sınıfsal eleştirinin yerindeliği ve başarılı bir temsil sunması ile film
izlenmeyi hak ediyor.
Küçük
Şeyler, festivallerde hakkı
teslim edilmiş bir film. Malatya Film Festivali'nde en iyi film, en iyi aktör
ve en iyi aktris dallarında ödül alan film, Adana ve Antalya'dan da ödüllerle
dönmüştü. Küçük Şeyler, bu yılın en merak ettiğim filmlerinden biriydi. Bunda
filme güvendiği için yapımcısı olduğunu düşündüğüm Tolga Karaçelik'in rolü
büyük. Film bu beklentilerimi boşa çıkarmadı.
Başta da söylediğim gibi aslında basit bir hikâye
anlatan film, kurgusu ve sinema dili itibari ile farklı ve başarılı. Bunun yanı
sıra ölçülü olarak kullanılan komedi ve absürt mizah öğeleri de içerikle,
aslında bir açıdan da orta sınıfın diliyle uyumlu.
Film, günümüzde orta sınıfın ücret almaya devam
ettiği sürece yani aralıksız bir çalışmaya bağımlı olarak görece iyi bir hayat
sürebildiğini, bu görece iyi hayatın da aslında sürdürülebilir bir borçlanmayla
mümkün olduğunu hatırlatıyor. Orta sınıf, sahip olduğu her şeyde aslında
kaçınılmaz olarak bankalarla ortak. Uzun vadelere yayılmış borçlarla gelir
dengesi sağlanabildiği için iyi bir hayat sürüyormuş illüzyonuna kapılan baş
karakterimiz Onur, aynı kaderi paylaştığı tüm beyaz yakalılar gibi koltuğu
altından çekildiği an plazanın yüksek katlarından sert bir düşüşle zemine
çakılıyor.
"Sürdürülebilir borçlanma" birkaç aylık
işsizliği bile tolere edemediğinden bir beyaz yakalının işsiz kalması, tıpkı
Onur'un yaşadığı gibi, hayatın her anını etkiliyor. Plazalarda kendisine
verilen tuhaf ve karşılıksız sıfatları, kapıdan çıktığı anda kaybeden beyaz
yakalının, işsiz kaldıktan sonra aynı seviyede bir iş bulması oldukça güç. Onur
da alıştığı düzeni sürdürebilmek için ısrarla aynı düzeyde bir iş aradığından
durum gitgide daha da umutsuz bir hal alıyor. Bu umutsuz durum, uzunca bir
zaman sürdüğünde basit bir mutsuzluktan öteye gidip depresyona da kolayca varabiliyor.
Filmi izleyince insanın mutluluğunun aslında
"istikrara" bağlı olduğunu düşündüm. Alt sınıf bir çalışan, işsiz
kaldığında çok sayıda benzeri bulunan işini yeniden kolayca bulup hayatına
kaldığı yerden devam edebiliyor. Ancak orta sınıfın hayatı, bu noktada daha
acıklı. Zamanla yükseldiği seviyeyi aniden kaybeden orta sınıf, elindeki tüm
varlığı da "hayatına ortak olan" bankaya kaptırma tehlikesiyle karşı
karşıya. Bu ekonomik buhran, psikolojik olarak da bireyi çöküntüye uğrattığında
beyaz yakalı, hayatını da kaybetme riskine sahip.
Amerika'da benzerlerine birkaç defa rastlanan ve
büyük toplumsal sonuçları olan ekonomik krizler, Amerikan sinemasında orta
sınıfın yaşadıklarını konu alan filmlere kaynaklık etti. Bunlardan biri olan The Company Men'de (2010) kriz sonrası birçok ailenin başına gelenler anlatılırken
çözüm yine sistemin içinde gösteriliyor, film umut dolu bir sonla bitiyordu. Küçük Şeyleri izleyince ister istemez bu
film geldi aklıma. Küçük Şeyler,
isminde de olduğu gibi büyük bir krizi, büyük toplumsal sonuçları, birçok
kişinin başına gelenleri anlatmıyor. Bir ailenin, herhangi bir zamanda
yaşayabileceği kendisi küçük ama sonuçları büyük olayları anlatıyor. Dahası ve
bence en önemlisi The Company Men iki
yüzlü bir tutumla umut pompalarken Küçük
Şeyler, Onur'u ve onun gibi milyonlarca kişiyi tıpkı sistemin onlara
yaptığı gibi öylece ortada bırakıyor.
___________
Meraklısı için:
Türk filmleri listem
En iyi Türk filmleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder