24 Ekim 2021 Pazar

Cem'in Kadehi Dionysos'un Elinde



 "Câm-ı Cem nûş eyle iy Cem, bu Frengistândur
Her kulun başına yazılan gelür, devrândur."

"Esdi nesîm-i nevbahâr açıldı güller subh dem
Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun câm-ı Cem"

Taht kavgası nedeniyle ömrünü yurdundan uzakta geçiren Sultan Cem'e ait ilk beyit. "Ey Cem, Cem'in kadehini iç, burası Frenk memleketidir. Her kulun başına yazılan gelir" diyor, Avrupa’da esaret altında geçirdiği hayatı için teselli bulmak isterken.

İkinci beyit ise divan şiirinin hicvetmekten geri duramayan, dilini bir türlü tutamadığı için IV. Murad tarafından ölümle cezalandırılan büyük şairlerinden Nef'î'nin... Türk Sanat Müziği dinleyenler, bu beyti Hacı Arif Bey'in rast makamındaki bestesiyle Münir Nurettin Selçuk'un, Bekir Sıdkı Sezgin'in ya da Zeki Müren'in sesinden de duymuşlardır. İlkbahar rüzgârının estiğini, sabah vakti güllerin açıldığını söyleyerek "sâki"ye sesleniyor Nef'î: "Cem'in kadehini sun ki bizim de gönlümüz açılsın."

Şarabın mucidi

Bazı efsanelere göre şarabın mucidi İran Hükümdarı Cem; bir diğer ifadeyle Cemşid'dir. Cem, günlerden bir gün havada ayaklarına yılan sarılmış bir kuş görmüş, derler. Emir vermiş okçularına kuşu yaralamadan yılanı öldürmeleri için. Okçular denileni yapıp kurtarmışlar kuşu. Kuş da bu iyiliği karşılıksız bırakmamış, birkaç tohum getirmiş Cem'e. Tohumlar ekilip üzüm olmuş, üzüm ezilip şarap. Yedi köşeli bir kadeh (câm) yaptırmış Cem. Şarabı çevresindekilere kabiliyetlerine göre bu kadehin bir köşesinden sunarmış.

"Câm-ı Cem" (Cem'in kadehi), içine bakıldığında dünyada olup biten her şeyin görüldüğüne inanılan bir kadehtir aynı zamanda. Üzerinde yedi çizgi bulunur. Dudağın değdiği kısma yakın olan "eziyet çizgisi"ne kadar içilen şarap insanı yıkar. Bu efsaneye dair göndermeler, yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi divan edebiyatında sıklıkla kullanılan motiflerdendir. Şarap hem gerçek anlamında hem de tasavvufî olarak sembolik anlamlarda coşkunluğun, şevkin, kendinden geçmenin, aşkın, sevgilinin dudağının simgesi olmuştur divan şiirinde.

Batı'ya taşındı

Şarabın Doğu'da başlayan bu edebî yolculuğu (şarabın bizzat ortaya çıkış noktası da burasıdır) Yunan mitolojisinde de benzer anlamları ihtiva edip benzer bir simgeler dünyasını taşıyarak Dionysos aracılığı ile Batı'ya uzanır. 

"İşte ben, Zeus'un oğlu Dionysos, Kadmos'un kızı Semele'nin yıldırım dolu şimşekler içinde doğurduğu tanrı..." Antik Yunan'ın büyük şairlerinden Euripides'in bir oyununda böyle çıkar sahneye şarabın, coşkunluğun ve bereketin simgesi Dionysos... Dediği gibi Zeus'un oğludur. Annesi Semele, Zeus'un yıldırımlarıyla ölmüş, Zeus, Semele'nin karnındaki yedi aylık bebeği bir yarık açarak baldırına koymuş ve böylece Dionysos doğmuştur. Azra Erhat'a göre bu doğum şekli, Dionysos'un dışarıdan, doğudan, Anadolu'dan (Lidya-Frigya) geldiğinin, "Yunan mitolojisi evreni"ne başka bir kültürden ithal edilmiş yabancı bir kült olarak dâhil olduğunun işaretlerindendir. Bu doğum sayesinde Zeus'la arasında bir bağ kurulur ve dış dünyadan içeriye alınır. (Dionysos kültünün asıl kaynağının Traklar olduğu da söylenir.)

Derler ki Dionysos, uzak diyarlarda gezip dolaştıktan sonra asma kütüğü ve şarapla Yunan topraklarına dönmüştür. İnsanı doğanın sırlarına ve gücüne eriştirmek yani aslında bir manada tanrılaştırmak, tanrıyla birleştirmek için şarabı ve sarhoşluğu kullanır. Böylelikle insanın, bilinç dışı ve bilinçaltına ulaşmasını sağlar. 

Şenliklerin ortaya çıkışı

M.Ö. 6.-7. yüzyılarda Atina'da güçleri artan tüccar sınıfı ile yönetici sınıf olan soylular arasındaki iktidar çatışmasında "inanç kaynağı" olarak bir çıkış yolu oldu Dionysos tüccarlar adına. Soylular, köylüler üzerinde dinî olarak çok etkili olan Zeus ve Apollon törenlerini ellerinde tutuyordu. Bu da köylülerin kendi taraflarında, onlara bağlı kalmalarındaki önemli etkenlerden biriydi. Zira şenlikler, törenler, bayramlar sıradan eğlenceler değil bir toplumsal düzenin ve bu düzenin ilişkilerinin önemli sembolleridir. Günümüzde de olduğu gibi düzenleyenler/sponsorlar için bir halkla ilişkiler faaliyetidir. Bu nedenle Atina'daki tüccarlar da Zeus ve Apollon törenlerine "rakip" olarak halkın sevdiği Dionysos adına üzüm hasadı/bağ bozumu dönemleriyle ilişkili şenlikler düzenlemeye başladı. Böylece dinî motivasyonlarla düzenlenen şenlikler, törenler arasında coşkun bir eğlencenin öne çıktığı yeni bir şenlik doğdu.

Dionysos şenlikleri, yılın tek bir döneminde yapılmıyordu. Törenler aralık ayında kırsalda başlıyor; Bağ Bozumu Şenliği (Küçük Dionysia), Üzüm Sıkma/Bereket Şenliği (Lenaea), Toplum Şenliği (Anthesteria) ve Büyük Dionysia/Atina Şenliği olarak nisan ayına kadar aşama aşama ve kırdan kente doğru uzanarak sürüyordu. 

Tiyatronun kökeni

Şenliklerin finali olan "Büyük Dionysia"da Akropolis'in eteğindeki Dionysos tiyatrosuna rahipler tarafından tanrıyı simgeleyen bir heykel taşınırdı. Geceleri çıralar yakılarak bu heykelin başında nöbet tutulur, bir sonraki gün yarışma çerçevesinde danslar sergilenir, korolar sahneye çıkardı. Şenliklerde Dionysos'a dair "dithyrambos" adı verilen şiirler/ilahiler okunurdu. Müzik, oyun ve şiirin birleştiği bir performans olan -aynı zamanda Dionysos'un isimlerinden biridir- "dithyrambos", bu özelliğiyle Antik Yunan tiyatrosunun da kaynağı sayılır.

"Çılgın" eğlenceler

Dionysos şenlikleri, "çılgın" eğlenceler olarak tanımlanır. Farklı dönemlerde, farklı toplumlarda da görülen bu türden eğlencelerin en önemli işlevi toplumsal hayatın kurallarının, normların, yasakların, hiyerarşik düzenin geçici olarak yok sayılmasıdır. Ancak bu kuralsızlığın da aslında geçici bir süre için toplumsal bir norm olarak ortaya çıkmış bir "kural" olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. 

Bu şenliklerde halk, gündelik hayatın aksine sınırsızca yiyip içer, ölçüsüz bir sarhoşlukla kendinden geçer, dilediği gibi davranırdı. Bu hâl kısa bir süreliğine de olsa onlara kural dışı bir dünyanın kapılarını açardı. Şenliklere katılanlar taşkınlıklar, aşırılıklarla aslında -yukarıda da belirttiğim gibi- tanrılaşırdı; tanrılara, bilinç dışına ulaşırdı. 

İnsan bu şekilde diğer yüzünü, karanlık tarafını görürken aynı zamanda "yaratıcı bir güce" erişir. Yeniden Erhat'a kulak verelim: "Yaratıcılık insanın doğaya bir başka türlü coşkuyla karışmasını şart koşar, karanlık güçlerin gizine ermesini. İşte bu gücü de Dionysos, şarap tanrı simgeler." Bu halde tiyatro gibi bir sanatın da bu şenliklerden çıkması sürpriz değildir...

Apollon'un -törenlerinin tüccarların rakibi olan soylular tarafından düzenlendiğini hatırlayalım- düzeni, kuralı, akılsal olanı simgelerken Dionysos'un coşkunluğu, sarhoşluğu, eğlenceyi temsil etmesindeki karşıtlığı da burada vurgulamak gerekir.

Doğu-Batı arasında

Sultan Cem'le başladık, İran Hükümdarı Cem'e ulaştık, Doğu'dan Batı'ya uzandık. Şarabın, coşkunluğun, vecdin peşindeki bu yolculuğu Sultan Cem'in babası, Doğu'nun ve Batı'nın hükümdarı Fatih'le bitirelim: "Çü oldı lâlüne teşbîh cân-fezâ-yi şerâb / Dile ziyâde olur dem-be-dem hevâ-yi şerâb" // "Bahâr oldı vü güller açıldı ey sâkî / Kadeh getür ki bu fasl eyler iktizâ-yi şerâb". (Senin dudağın cana can veren şaraba benzetildiğinden gönüldeki şarap arzusu her an artıyor. Ey sâki, bahar oldu ve güller açıldı. Kadeh getir çünkü bu mevsim şarap içmeyi gerektirir.)



Milliyet Arkeoloji 7. sayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder