Patara Deniz Feneri, Xanthos Vadisi’nin dünyaya açılan kapısında, Patara limanında, M.S. 64/65 yılından itibaren yüzlerce yıl denizcilere yol gösterdi. İmparator Nero'nun Patara'ya armağanı olan bu fener, yıllar yılı sert rüzgârlara göğüs gerdi. 15. yüzyıla gelindiğinde ise Rodos Depremi yeryüzünü sarsarken yaşlı fener son kez baktı Akdeniz'e.
O tarihten sonra kum tepelerinin altında
asırlar sürecek bir uykuya daldı fener. Yaklaşık 500 yıl sonra bilimin,
teknolojinin gücü ve yıllar süren meşakkatli bir çalışma ile yeniden ayağa
kalktı. Taşları bir lego gibi tek tek yeniden örülen fenerin tamamlanması için
gün sayılıyor artık.
"Ben batık bir
geminin
Metruk deniz
feneriyim"
Bundan iki yıl önce Patara'ya ilk ziyaretimin ardından yazdığım "Kumlarından doğan kent" başlıklı yazı, şöyle başlıyordu: "Muhteşem bir halicin kıyısında kurulan Patara, limanın ağzı kumla dolup kapanana kadar Xanthos Vadisi’nin dünyaya açılan kapısıydı." Patara'ya 3 Mayıs’ta düzenlenen Milliyet Arkeoloji & İş Sanat Kültürel Miras Buluşmaları kapsamındaki ikinci ziyaretim de bir zamanlar vadinin dünyaya açılan kapısında denizcilere yol gösteren ve bugün "kumlarından" yeniden doğan bir kültür mirası, İmparator Nero'nun kentteki prestij yapısı Deniz Feneri içindi.
Deniz, karada yaşayan insanın tüm hâkimiyeti elinde bulundurduğu, güvenli bir biçimde barınabileceği bir alan değil. Uçsuz bucaksız, dipsiz bir bilinmez. Çok sevdiğim yazarlardan Bilge Karasu, bir balıkçı ile balığın hikâyesini anlattığı "Avından El Alan" isimli "masal"ında mekân olarak denizi kullanır ve onun tedirgin edici, tekinsiz yanını çok güzel anlatır. İskender Savaşır, Karasu'dan bahsederken onun "insanları toprağın güvenli desteğinden uzaklara, tekinsiz yörelere, örneğin denize" sevk ettiğini söyleyerek çok yerinde bir vurguyla özetler bu durumu. Tüm bu tekinsizliğine rağmen mesafeleri aşmaya yardım eden, insanı hem doğrudan doyurabilen hem de dolaylı olarak ticarete imkân tanıması ile yepyeni ufuklara ulaştıran da denizdir. Nurdan Gürbilek de denizin, "Avından El Alan"da hem sevdiğine kucak açan hem de her acıyı boğan ölüm gücüne sahip olduğunu söyler. Öyküyü de aşan, denize dair güzel bir tanımlamadır bu aslında.
Denizin şefkat ve öfkeyi aynı anda barındıran ve insanı hem korkutan hem kendine çeken bu tekinsiz karanlığında, çağlar boyu denizcilere yol gösteren, onlara umut veren, "güvenli kara"nın ne kadar yakın olduğunu fısıldayan, deniz fenerleri oldu. Tıpkı Xanthos Vadisi'nden dünyaya açılan Patara limanında yaklaşık 1400 yıl boyunca denizcilere selam veren tarihi fener gibi.
Fenerin tarihi
Patara Deniz Feneri'ni, yeniden ayağa kaldırılması için büyük emek veren, bu büyük emeği ile artık fenerle özdeşleşmiş olan Patara Antik Kenti Onursal Kazı Başkanı Prof. Dr. Havva İşkan'dan dinledik. Patara Deniz Feneri, Havva Hoca'nın ifadesiyle "içinde ana limanın da bulunduğu Patara Halici’nin güneybatı ucunda, diğer bir deyişle o zamanki kıyı çizgisinin hemen kenarında" yer alıyor. Ayakta olduğu dönemlerde, fenerin varlığından bahseden yazılı ya da görsel bir kaynak tespit edilememiş. Yapının bir fener olduğuna dair ilk tespit, Society of Dilettanti'nin 1811-1812’de Lykia Bölgesi’ni ziyareti sırasında yapılmış. Bilimsel olarak kesin bir biçimde yapının deniz feneri olduğunu ortaya koyan da Patara Kazıları Kurucu Başkanı Prof. Dr. Fahri Işık.
Yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki Patara
Deniz Feneri, M.S. 64/65 yılında Roma İmparatoru Nero tarafından inşa
ettirilmiş. Fenerin üzerinde buna dair bir yazıtın izleri de var:
"Tanrısal Claudius’un oğlu, Tiberius Caesar Augustus ve Germanicus
Caesar’ın torunu, tanrısal Augustus’un torununun oğlu; (...) karaların ve
denizlerin efendisi ve vatanın babası Nero Claudius Caesar, bu feneri
denizcilerin selameti için yaptırdı. İnşaatı, propraetorik düzeydeki
İmparatorluk Valisi Sextus Marcius Priscus yürüttü." "Yazıt"
değil "izleri" diyorum çünkü fenerin önünden geçip giden gemicilerin
okuyabileceği şekilde konumlandırılan bu yazıt, altın kaplı bronz harflerle
oluşturulmuş. Harfler günümüze ulaşmamış ancak harflerin fenere monte edildiği
delikler, yazıtın okunmasını sağlıyor. Havva Hoca, bu noktada ilginç bir bilgi
daha veriyor: İmparator Nero, ölümünden sonra anısı hafızalardan silinerek
cezalandırıldı. Bu dönemde pek çok yazıtta olduğu gibi fenerdeki yazıt da
değiştirilmiş. Harfler kopartılarak yerine İmparator Vespasian'a atıf yapılan
yeni ifadeler eklenmiş.
Havva Hoca, deniz fenerlerinin çok yüksek maliyetli, imparatorun prestijini ve imparatorluğun kudretini vurgulayan yapılar olduğunu kaydediyor: "Roma tarafından İmparator Claudius Dönemi’nde M.S. 43/44 yılında kurulan Lycia Eyaleti’nin başkenti Patara’ya ondan sonra gelen İmparator Nero tarafından dikilen Patara Feneri de, aynı amaca hizmet ediyordu. Böylece bu yeni eyalette Roma, siyasi, ekonomik ve askeri gücünü tüm zamanlar için sergileme fırsatı bulmuştu."
Dağlarca'nın ifadeleri ile "deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara, uçan dalgalara, uyuyan rüzgâra" bakan, "saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik, yüzünde bir fırtına tadı" ile yüzlerce yıl aynı yerde, sabırla duran bu fener, bir gün gözleyemez olmuş enginleri. Rodos Depremi, 1481 yılında yeryüzünü sarsarken, yaşlı fener yorgun bedenini döven tsunaminin de etkisi ile son kez bakmış Akdeniz'e. Bu tarihten sonra da Patara'daki yapıların ortak kaderini paylaşarak, yaklaşık 500 yıl boyunca kum tepelerinin altında yeniden ayağa kalkacağı günleri beklemiş. Metin Altıok'un dizelerini sayıklamış sessizce:
"Ufkum puslu karanlık; / Tayfa çığlıklarıyla dolu / Günlerim gecelerim. / Başım önüme eğik, / Öyle dimdik değilim. / Tozlu merdivenlerimden / Kendimi içten içe / Bir çıkar bir inerim. // Ben batık bir geminin / Metruk deniz feneriyim. / Gömüldüğünü gördüm / Denize bir serenin, / çırpınışını yırtık yelkenlerin."
Tek tek dijital
kopyaları oluşturuldu
Fenerin yeniden ayağa kaldırılışı, uzun, meşakkatli, ilginç bir öykü. Kazı çalışmaları 2004 yılında başlıyor. 2005 yılının sonunda bitiriliyor. Bu süreçte fenere ait büyüklü küçüklü yaklaşık 2500 taş sistemli bir biçimde kaldırılıyor. Tek tek nerede bulundukları işaretleniyor. Ardından yerlerine göre "taş tarla"sında sıralanıyor. Taşlar, restorasyon ve yeniden inşa süreci başlayana dek bu şekilde bekledikten sonra, fenerin yanı başında kurulan "taş hastanesi"ne alınıyor. Burada önce temizlik, ardından mikro enjeksiyon ile güçlendirme ve gerekiyorsa taş birleştirme işlemleri yapılıyor. Tek tek taranan taşların dijital kopyaları çıkarılıyor, her taş için bir künye, bir kimlik oluşturuluyor. Böylece taşlar dijital kütüphanede tasnifleniyor. Bu taşlardan bazıları, yeniden inşa için elverişli bulunmadığı için eleniyor. Uygulamadan önce fener, taşların dijital kopyaları ile modelleniyor. Hangi taşın nerede kullanılacağı tespit edilerek fener bilgisayar ortamında üç boyutlu olarak taş taş yeniden örülüyor.
Peki taşların yerleri nasıl bulundu? Havva Hoca, fenerin hiçbir taşının bir diğeri ile aynı boyut, form ve derinliğe sahip olmadığını, taşların kullanıldıkları yer ve işlevlerine göre 10 kategoride toplanabildiğini belirterek "Dolayısı ile bir taşın ya yerini buluyorsunuz ya buluyorsunuz" diyor.
Tüm bu sürecinde sonunda 2021
Ağustos'unda ilk taş yerine konuluyor. Bugün artık fenerin tamamlanması için gün
sayılıyor. Yani Patara Deniz Feneri, artık "batık bir geminin metruk deniz
feneri" değil. Eski görkemli duruşu ile yeniden önünde uzayıp giden denizi
selamlıyor.
-----
Orijinal taşlara benzetildi
ancak ayırt edilmesi sağlandı
Yeniden inşa sırasında kullanılamayacak durumda olan ya da bulunamayan taşlar yerine yine aynı bölgeden çıkarılan yeni taşlar kullanılmış. Bu taşlar, eski taşlarla yan yana geldiğinde "dama efekti" oluşturmaması için murçlama ile orijinallerine benzetilmiş. Bu şekilde gözü rahatsız etmeyen bir restorasyon estetiği oluşturulmuş ancak yine de yeni taşlar, eskilerinden ayırt edilebilecek şekilde hazırlanmış.
Fenerde orijinal parça oranı çok yüksek.
Üst yapı hariç yalnızca yüzde sekiz oranında yeni taş var. En üst bölümden
düşen taşların daha fazla parçalanıp yok olması nedeniyle bu oran üst yapıyla
birlikte yüzde 18 civarına çıkıyor.
----
Nasıl aydınlatılıyordu?
Havva Hoca, fenerde zeytinyağı
kullanılarak ateş yakıldığını belirtiyor. İskenderiye Deniz Feneri'nin de bu
şekilde aydınlatıldığını, yansıtma için de aynaların kullanıldığını belirten
antik kaynaklar olduğunu kaydederek şunları söylüyor: "Fenerde ateş yakmak
için tonlarca ağacın yukarıya çıkarılması, depolanabilmesi mümkün değil. Metal
strüktürle ayakta durabilen büyük fitiller yakılmış olmalı." Ancak
aydınlatma sistemine dair maddi bir buluntu yok.