"(...) Ahmet bu yüzden sadece Emre ile oturmayı değil, okula gitmeyi de istemiyor. Her sabah erkenden kalkıp, zorla kahvaltı edip; oyun oynarken dört bir tarafına dağılmaları gerekirken, yüzlerce çocukla bir kenarında sıraya girdikleri bahçede beklemeyi, açılan yolda, gösterilen hedefe durmadan yürümeyi pek sevmiyor. Saymayı bilmezken bile sırf ant içti diye büyüklerini saymaya kalkışması ve sırayla da olsa kalabalık bir şekilde okula giren büyüklerini saymanın güçlüğü bir yana, şaşırmadan beşten öteye gidemediği için her defasında daha da sinir olması, okulu ilk günlerden itibaren sevmemesi için yeterli bir sebepti. Ayrıca ilk duyduğu günden bu yana varlığını düşündüğü için zihni çok meşguldü. Varlığım ne ki? Kalem kutusu? Tepesinde bir çizgi film karakteri olan kalem? Koskoca ülke Ahmet’in cebindeki harçlığa mı kalmıştı? Olabilir. Padişah kağnılarla Bandırma’ya gelmiş, oradan zevk ve sefaya çıkmış, bu yüzden de halk aç ve sefil kalmıştı. Her şey karanlıktı. Cumhuriyet, ampulün mucidiydi. Kıyafetlerimiz okkadan metreye dönmüş, Latin okulları kapatılarak yerine meclis kurulmuştu. Şimdi Ahmet’in bir türlü sayamadığı büyükler yeniden eğlenceye dalarsa, Ahmet bütün varlığını vermeliydi. Varlığımı armağan ediyorum öğretmenim. Güzel bir pakete sarabilir miyiz? (...)
(...) Ahmet’in çok işi vardır. İşlerden başını kaşıyamamaktadır. Yurduna alçakları uğratmamak için var gücüyle çalışmaktadır. Ülkemizde düşman çoktur. Ülkemizde en çok yetişen şey düşmandır. Bu konuda kendi kendine yeten kaç ülkeden biri olduğumuzu Ahmet arada bir unutur. Olsundur, zararı yoktur. Hem bazen ülkemizde az yetiştiği zamanlarda düşman ithal ettiğimiz de olmuştur. Tabi çok yetişince ihraç ettiğimiz de. Düşmanlar karasal iklim, havasal iklim ve denizsel iklimde yetişebildiğinden kara, hava ve deniz kuvvetlerimiz vardır. Ahmet’in pek kuvveti yoktur. Ama varlığı vardır. Onu da armağan edebilir. Armağan söylenmese daha iyidir. Sürpriz olur. Kuvvetler şaşırır. Sonra ayrılır. Ahmet’in henüz bu ayrılıktan haberi yoktu. Duysa belki üzülürdü. Yıllar sonra duyacak ve bunun kendisinden üzülmemesi için saklandığını düşünecekti. (Geleceğe dair fikir beyan etmekle ilgili bir inkılâp var mıydı?)
Ahmet adını tarihe altın harflerle yazdırabilirdi. Ama ey büyük insanlık! Açtığınız yolda, gösterdiğiniz hedefe, insanlardan uzaklaşarak kendi içine kapanma isteği “pek de yabani canım, kime çekti anlamadık ki” gibi şikâyetlerle değerlendirilen Ahmet’in, durmadan yürüme ihtimali nedir ki? İhtimal olsa bile Ahmet vaktini yürüyerek harcayamaz. Çünkü işleri çoktur. Sadece düşman da değil. Ülkemizde bir de bayramlar vardır. Ahmet, bayramlarda bol bol el öper. Tam ileride hatırlayıp hakkında düşünmek üzere bir gözlem yapmak üzereyken, hop bir el. Önce çeneye, sonra alına. Beyin hücreleri iflas. Hareket otomatik. Alında aşınma. Deri kayması. Öptonik hareketler. Kaşlar saçlara paralel uzanır. Eller Ahmet’e dik uzanır. (...)"
OBKB Fanzin'de yayımlanan "Ülkemizde Filozof Yetişmemesinin Nedenleri" başlıklı öykümden bir bölüm.
(...) Ahmet’in çok işi vardır. İşlerden başını kaşıyamamaktadır. Yurduna alçakları uğratmamak için var gücüyle çalışmaktadır. Ülkemizde düşman çoktur. Ülkemizde en çok yetişen şey düşmandır. Bu konuda kendi kendine yeten kaç ülkeden biri olduğumuzu Ahmet arada bir unutur. Olsundur, zararı yoktur. Hem bazen ülkemizde az yetiştiği zamanlarda düşman ithal ettiğimiz de olmuştur. Tabi çok yetişince ihraç ettiğimiz de. Düşmanlar karasal iklim, havasal iklim ve denizsel iklimde yetişebildiğinden kara, hava ve deniz kuvvetlerimiz vardır. Ahmet’in pek kuvveti yoktur. Ama varlığı vardır. Onu da armağan edebilir. Armağan söylenmese daha iyidir. Sürpriz olur. Kuvvetler şaşırır. Sonra ayrılır. Ahmet’in henüz bu ayrılıktan haberi yoktu. Duysa belki üzülürdü. Yıllar sonra duyacak ve bunun kendisinden üzülmemesi için saklandığını düşünecekti. (Geleceğe dair fikir beyan etmekle ilgili bir inkılâp var mıydı?)
Ahmet adını tarihe altın harflerle yazdırabilirdi. Ama ey büyük insanlık! Açtığınız yolda, gösterdiğiniz hedefe, insanlardan uzaklaşarak kendi içine kapanma isteği “pek de yabani canım, kime çekti anlamadık ki” gibi şikâyetlerle değerlendirilen Ahmet’in, durmadan yürüme ihtimali nedir ki? İhtimal olsa bile Ahmet vaktini yürüyerek harcayamaz. Çünkü işleri çoktur. Sadece düşman da değil. Ülkemizde bir de bayramlar vardır. Ahmet, bayramlarda bol bol el öper. Tam ileride hatırlayıp hakkında düşünmek üzere bir gözlem yapmak üzereyken, hop bir el. Önce çeneye, sonra alına. Beyin hücreleri iflas. Hareket otomatik. Alında aşınma. Deri kayması. Öptonik hareketler. Kaşlar saçlara paralel uzanır. Eller Ahmet’e dik uzanır. (...)"
OBKB Fanzin'de yayımlanan "Ülkemizde Filozof Yetişmemesinin Nedenleri" başlıklı öykümden bir bölüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder