15 Ağustos 2013 Perşembe

Dadaköy’ün meydanı, orada bir dil uzamda.

Ayşegül Tozeren, "Dadaköy’ün meydanı, orada bir dil uzamda."





"Ücra Şiir Dergisi'nde hayali bir köyde, Dadaköy'de, hayali biri olarak, Can Arp, bilinmeyen bir dilde, Dadaca yazmaya başlamıştım. Gezi'nin ardından hayali köyün meydanına Baris Acar, Ulaş Karadağ, Selçuk Orhan, Görkem Evci ve Ercan Y. Yılmaz'ı çağırdım, sokağın dilini anlamaya çalıştık."


Epigraf bulamadım.


Dadaköy, orada bir köy uzamda.
Dadaköy, "bir ev kurmak"la başladı.
Aslında eve dönüşün bir dili olduğunu biliyor, onu arıyordu.
Hatırlıyorum, şöyle demişti Can Arp:
öl-meyi bilmeklebaşla.
Doğa dil tarafındanyaratılmamıştır, ancak dil tarafından çoğaltılmaktadır.
Doğaya ağaçlar d(ah)ildir.
Doğaya parklar dd(ah)ildir.(ah)ildir.
Doğaya meydanlar d(ad(ah)ildir.

Dadaköy’ün Can Arp’ı  yada Can Arp’ın Dadaköy’ü olsa şöyle derdi: “Bizim bir meydana ihtiyacımızvarmış!” Antik Yunan’ın agoralarına kadar uzanan bu ihtiyaç, Roma Dönemi’ndekarşılığını forum olarak bulmuştu. Oysa günümüzde adında “forum” bulunan ve“300’den fazla markayı bir araya getiren” alışveriş merkezlerine aşinaydık. CanArp olsa sorardı: “Ya, halkın bir araya gelmesi, markaların bir arayagelmesinden daha değerli değil mi?” Diğer yarısı Arp’ın sorusunu sorgulardı:“Değer nedir Arp? Neyana düşer?” Susulurdu, Can Arp kendi kendine yürürkenkendi kendine konuşurdu: “Kolektif bilinç işte, asıl demek istediğim oydu. Bukadar meydansızlıkla olur mu? Sosyal medya meydansızlıkta bir kolektif dilgeliştirebilmiş miydi yoksa, yoksa?” Can Arp, bu soruları sora sora bir meydanavardı. Meydan mıydı gördüğü yoksa eski bir mahalle kahvesi miydi, bilemiyordu.Bir minderi çekti ya da boş bir sandalyeyi, oturdu. Eski mahalle kahveleridedi, Sait Abi de anlatmıştı.

Can Arp mıyım, neyim?
Selçuk (Orhan), “Eskiden kahveler sürekli yasaklanırmış…Osmanlı’da.” dedi. “Saat 18:09, Cuma günü gönderildi.” dedim, bana ne demedi,ben neden dedim. “Siyaset konuşulduğu için, biliyor musun kahve de sık sıkyasaklanırmış. İçki muamelesi görür” diye cevapladı. Son bir ayı düşünüyordumaslında, bez pankartlarda duvarlarda çoğalan bir dil, belki de yayılan demekdaha doğru… Hızla yayılan. Düşünürken konuşuyormuşum, ilk kez meydana çıktığımiçin, Selçuk konuşmaya başlayınca anladım: “Buradaki dilin uçuculuğu (volatile)olması önem taşıyor. 3 yıl sonra rehberle okuman gerekebilir. Örneğin GTAesprisi yapıyorlar, bu oyunun modası geçince, 2 yıl sonraki ergenler içinanlamı daha az olacak.” Biz aslında arkadaşlarla aramızda kalıcı olduğunu dadüşünmüştük… Selçuk, “Bence tam tersine kalıcılığı yok. Özcü değil çünkü. Özcüideolojileri ,örneğin Kemalizm, kıyma makinesinden geçirip sunuyor. Mustafa Keser'inaskerleriyiz diyor vb. O yüzden elden kaçıyor.”
Ercan Y (Yılmaz), tam bu sırada, sözü alıyor: “Sanatçılarınişi bundan sonra çok zor.” diyor. Nasıl, diye soruyorum, cevaplıyor: “Okunmuyordediğimiz öykülerin ve şiirlerin; dinlenmiyor dediğimiz türkülerin ve şarkıların;izlenmiyor dediğimiz filmlerin duvar baskılı halini gördük. Sağlam dizeler,güzel görsel şiirler, kısacık öyküler. Ülke yönetiminde devrim olmadı ama sanatçılarınişi çok zor. Sanatçı ilk defa bu kadar etkili dönüş aldı. Ve sanatçı bir dahasanat yaparsa bir şeyleri aşması gerekecek.”
Günümüzde okuma merakı uyandıran metinlerin bir çoğunun,gündelik yaşamın dilinden beslenirken, bu dili hap gibi yutmadığını, öğütücüdengeçirdiğini, bileşenlerine ayırdığını, parça parça tattığını, tatları hiçbirbirine benzemeyenleri yan yana getirebildiğini, tükürdüğünü, tükürdüğünüyeniden yuttuğunu ve bunun da ilk deneyimiyle hiç de aynı olmadığınıfarkettiğini, belki de bu biçimde kaos ve kriz anları arasında salınan dünyaylabaşa çıkabilmeye çalıştığını düşünebilirim. Yaşamın küçüklüğünün, hattaunufaklığının farkında, bu yüzden söylemek istediklerini, 50 kuşağı gibi, küçükharflerle yazıyor. Hatta küçük harfle başlıyor.
Pankartlara, duvarlara tekrar bakıyorum. Selçuk, “sosyalmedyada oluşmuş kolektif bir dil mi desek?” diye soruyor. # ile başlayanpankartlar görüyorum, ardında insanlar… Gözümü kapatıyorum, sanki bir hashtagiaratmışım, onlarca mesaj çıkmış, hepsi farklı farklı, okumaya başlamışım.Gözlerimi açıyorum, insanlar. Saçmalama. Saçmalamıyorum. Sosyal medyanın başkabir sokak olduğunu anlayamayanlar, yine yanlış okudunuz diyorum. Metinler kadaryaşamı da.
Barış (Acar), söze mi, düşüncelerime mi bilemiyorum, karışıyor.“Sokağın dili sanatın dilidir,” diye başlıyor.  “Gün gelir insanlar politikanın yıprattığı"söz"ü tekrar etmekten sıkılır. Konuşmak dahi istemezler. Bu yüzdenkendilerine bir "söz" arayan "ses"ler sokağa çıkar. İşte ovakit sanat sokakta kol gezmektedir. Bilmediği bir dilden şarkı söyleyen çocuğuncoşkusu vardır onda. Kendini tümüyle ait hissettiği "söz"ün ne olduğunadair en ufak bir fikri yoktur ya, doğruluğunu değil belki ama güzelliğinisezmiştir. Sokağın dili özneaşırı bu güzelliğin dili olduğu için sanatındilidir de.”
Sabah olmuş, mahalle kahvesi’nden sabahçı kahvesine. Dilinkalıcılığı, uçuculuğu zihnimde hâlâ geziniyor, peki mesajın kalıcılığı ne,diyorum. Ulaş (Karadağ), “Benim ilgimi çeken şey burda, bu daha çok belkiikincil tipik özelliklerden olabilir, dilin evet sokak dili, sokakta konuşulandil olmasından öte, fiziki anlamda sokağa yerleşiyor olması, yani sokak dilidediğimiz şey sokak ağzından çok sokaktaki, caddedeki yapılara denk düşüyor.”diye başlıyor sözüne. “Bunun sonucu şu: sokak dili senin Dadaköyü’nde sözünüettiğin gibi bir uzam yaratıyor dışarıda. Dolayısıyla uzam, tanımlamada birdeğişime sebep oluyor: dil sokağın dili değil, sokak o dilin sokağı oluyor.Mesela ben sokağa çıktığımda bu dilin uzamının sınırları içinde olduğumu düşünüyorum  ki, bu durum direnişte oldukça yoğunhissedildi. Sokağa çıktığımızda bu dilin doğrudan temsil kabiliyetinin olduğupolitik bir durumun içine giriyoruz. Aslında bu zaten böyledir ama, sokak dilien demokratik temsiliyettir diyebilir miyiz? Mesajın kalıcı ve çabuk dağılıyorolması böyle de açıklanamaz mı?”
Dağılarak yayılan bir dil… Uçucular da böyle değil midir?
Sokağın dili, yeni mi, farklı mı? Görkem (Evci), “Bu dileyeni demekten ziyade farklı demeyi tercih ederim. Çünkü pek çok açıdan daha öncede "yeni" olduğu söylenen, verili dilin karşısında yer alan"farklı" dilin devamı bugünkü de. Yani her zaman iki dilden bahsedebiliriz. Bu dillerden biri olan"farklı" dil, her şeyden önce muktedirin dili değil. Temel ayrım bu.Bu, aynı zamanda  söz konusu dilinfarklılaşmasını sağlayan temel mesele. Bu dil farklı ya da biraz önce reddettiğimgibi "yeni", çünkü otoriter değil. Otorite ile aynı düzende(sözdizimi olarak da kabul edilebilir) konuşmuyor. Yine ciddiyet, otoriteyeatfedilen bir tavır olduğundan bu dil, ciddiyetin de karşısında. Gereksiz ağırlıklarıhem dilbilgisel düzeyde hem de içerikte atıyor. Var olana, otoriteye,kalıplara; var olanın, otoritenin, kalıpların diliyle karşı çıkamazsınız. Buironik olur. İroniği de cümle için de kullandım böylece. Buradan da yazıyageriye dönerek şöyle bitirmek istiyorum çünkü: Bu dilin ciddiyet karşısındakitavrını da ironi olarak açıklayabiliriz.”
Bu mahalle kahvesi’nde, bu meydanda biri daha var di(diyor)u

m.
Hatırlıyorum:
“Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dilyaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler, efendimiz.Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısıdeğilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum.”
Ediyorum:
HepimizOğuzAtayınhiçbirşeyiyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder