Zeynep Dadak'ın Ah Gözel İstanbul belgeseli, MUBİ'de gösterimde. Belgesel, 17. yüzyılda İstanbul'da yaşayan şair ve tarihçi Eremya Çelebi Kömürciyan'ın yazdığı seyahatnameyi takip ederek izleyiciyi İstanbul'un tarihi katmanlarında bir geziye çıkartıyor. Bu katmanları anlatmak için anlatım da katmanlandırılarak, biçim ve içeriğin birbirini tamamlaması sağlanmış. 350 yıl önce yazılmış metin bugüne ait İstanbul görüntüleriyle "kaplanıyor". Böylece yüzlerce yıl indimac ediyor, birbiri içinde dürülüp sarılıyor. Hem Eremya Çelebi'nin metnindeki tarihi referanslar, hem de belgeselde konuşanların anlattıklarıyla bu birbiri içine geçmiş tarih, 350 yılla sınırlı kalmıyor çok daha gerilere, İskender'in İstanbul Boğazı'nı açtırmasıyla Karadeniz'in Akdeniz'e karıştığı güne dek uzanıyor.
Belgeselin anlatım tarzı, İstanbul'un çok katmanlılığını, iç içeliğini, birbiri üstüne kurulmuş ve birbiri üstüne yıkılmış yapılarını, yüzyıllar içinde hem çok değiştiğini hem hiç değişmediğini anlatmanın, bunu takip etmenin en iyi ve en yalın yollarından biri. Fakat bu yolu takip etmek, bu seyirden hakkıyla lezzet alabilmek için izleyicinin İstanbul ve tarihi hakkında bazı temel bilgilere sahip olması gerekiyor. Mesela Eremya Çelebi'nin metninde Rum Çingenelerinden, yaşadıkları yerden, dans ettiklerinden bahsedilirken, buranın bugünün Sulukule'si olduğunu, bu kültürün burada çok yakın zamana kadar kesintisiz sürdüğünü fakat metin akıp giderken gördüğümüz yerin TOKİ tarafından yapılan mutenalaştırma sonucunda bugün bambaşka bir yere dönüştüğünü bilmek, bu birkaç saniyelik anda uzun bir zihinsel gezintiye çıkmaya yetiyor.
Birlikte Gezmek
Belgeselin anlatımı, kameranın kullanımı ve seslendirme, bize belli bir mesafeden büyük bir İstanbul anlatısı sunmaktan ziyade izleyiciyle yan yana İstanbul'u gezme hissi yaşatıyor. Gayet düz bir biçimde, teatral tondan uzak olan seslendirme, metni muhatap kendisi okuyor ya da doğrudan biri ona anlatıyormuş etkisi bırakıyor.Hem kurmaca metinleri, mesela Ahmet Midhat'ın panoramik İstanbul anlatılarını, hem belgeseldeki gibi seyahatnameleri okurken, hem de İstanbul'da çekilmiş eski filmleri seyrederken bu belgeselin fikrini çok defa zihnimde izlemişimdir. Belgesel de bir hayal hissi bırakıyor. Bunu, ses ve görüntü oyunlarıyla, yansımalarla destekliyor.İstanbul Üzerine Sorular
İstanbul'u tanıtmaktan, İstanbul hakkında bilgilendirmekten ziyade, İstanbul üzerine düşündüren, İstanbul'u anlamlandırma yolunda sorular sorduran bir yapım bu. Didaktik olmaktan uzak durmayı başarıyor. Taksim'de, Gezi Parkı'nda mezar taşlarından yapılmış mermer merdivenlerin üzerinde gezerken; bir meczuba, en iyi ihtimalle heterodoks bir dervişe, belki bir Kalenderi'ye ait mezarın başında dua eden, bugün benzer birini görse hakkında ne düşüneceğini gerçekten merak ettiğim vasati, ortodoks bir Müslümanı gördüğümüzde bu soruları yeniden ve sürekli hatırlamak, İstanbul çoraklaşsa, azalsa, eksilse de bizim İstanbul'umuzu, zihnimizdeki o hayali, tarihi, zenginleştirmeye devam edecek. "İstanbul kimin?" ya da "İstanbul kimdir?" diye sorunca belgesel bize hep aynı şeyi fısıldayacak: Kimsenin ve hepimizin. Kimsedir ve herkestir.
Ben de birkaç yıl önce metinlerde rast geldiğim İstanbul'u, fragmanlar şeklinde kaydetmeye başlamıştım. Şurada birkaç alıntı var: https://birzamanlaristanbul.wordpress.com Buna devam etmem gerektiğini de hatırlattı belgesel. Metinleri ve görüntüleri üst üste bindirmek, İstanbul'u hâvi bir bulut, bir toz bulutu oluşturmak, İstanbul'u anlatmanın en iyi şekli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder