Güray Süngü, son dönem genç yazarlar arasında ismi
öne çıkan yazarlardan biri. Öykü ve romanları ile tanıdığımız yazar son romanı
olan Kış Bahçesi[1]
ile anlatılarını belli bir dil ve kurgu üzerine inşa ettiğini ortaya koydu.
Artık Güray Süngü dendiğinde okurların zihninde belirebilecek bir üslup ve
kurgu olduğunu söylemek hata olmaz. Süngü, kendine ait bir dil yakalamış
durumda. Kış Bahçesi’nde de bu dili
gözlemlemek mümkün. İncelikle işlenmiş, şaşırtıcı bir kurguya sahip olan roman,
postmodern anlatı tekniklerinden yararlanılarak yazılmış.
Kış
Bahçesi olayların daha çok üç karakter üzerinde
yoğunlaştığı bir roman. Kitabın açılış bölümü ile tanıdığımız yazar Aziz
Çalışkan, hayatının son demlerinde ailesini bırakarak yüreğinde taşıdığı bir
arzunun peşinden çocukluğunu geçirdiği şehre gelen Harun ve Aziz Çalışkan’ın
okurlarından Derya, romanın iskeletini oluşturuyor. Aziz ve Harun’un iç
dünyalarını yoğun olarak görüyoruz Kış
Bahçesi’nde. Karakterlerin düşünceleri, sıkıntıları, umutları, mutlulukları
okuyucuya başarılı bir şekilde aktarılıyor. Şüphesiz bunun en önemli
sebeplerinden biri kullanılan anlatım teknikleri. Her şeye hâkim 3. tekil şahıs
anlatıcı kullanılırken bile birden kendimizi karakterin zihninde bulabiliyoruz.
Dışarıdan bakan bir gözün dolaylı anlatımı, doğrudan karakterin zihninden
geçenlerle kurulan dolaysız bir anlatıma dönüşebiliyor ani bir şekilde. Yazar
bu yolla hem gözlemci anlatıcının hem de iç monolog tekniğinin avantajlarını
kullanabilmiş. Bu da metni canlı ve hareketli kılan bir özellik. Romanda sık
sık anlatıcı değiştirilmesi, zaman zaman karakterlerin düşüncelerinin doğrudan
verilmesi metni tekdüze olmaktan çıkarıyor.
Güray Süngü’nün iç monolog tekniğini Dördüncü Tekil Şahıs romanında
kullandığını da görüyoruz. Dördüncü Tekil
Şahıs’ta daha yoğun bir biçimde kullanılan bu teknik beraberinde başka
özellikler de getirmiş. Kış Bahçesi’nde
gördüğümüz iç monolog, bir karakterin içinden geçenlerin okuyucuya aktarılması
şeklinde vuku bulmuyor. Çoğu zaman bir nevi diyalogla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu diyalogun zaman zaman muhatap (Kurmaca metinlerde anlatıcının hitap ettiği
kabul edilen hayali kişi ya da grup.) ile karakter arasında olduğu kanısına
kapılmak mümkün olsa da genellikle karakterin hayalleri üzerinden kendi kendine
konuşması şeklinde meydana geldiğini söylemek mümkündür. Bu iç monologlar
sırasında yapmayı planladığı şeyleri, konuşmayı düşündüğü insanları da
hayallerine katan karakterler, zihinlerde yaşanmamış olaylar ve diyaloglar da
kuruyorlar. Böylece yapılan şey sıradan bir iç monolog olmaktan çıkıyor
aslında.
Kitapta iç monologun kullanımı beraberinde başka
özellikler de getiriyor. Bu özelliklerin arasında öne çıkanlarından biri de
bilinç akışı tekniği. “Serbest şuur akımı” da denen “bilinç akışı” tekniği,
anlatıcı durumundaki karakterin düşüncelerinin gerçek düşüncelerde olduğu gibi
tamamlanmadan, kesik kesik, çağrışımlarla sürekli yeni konulara atlayarak
yansıtılması, gösterilmesidir. Romanın iki ana karakteri diyebileceğimiz Aziz
ve Harun da kendi kendilerine konuştukları, düşündükleri zamanlarda zihinlerden
geçen kelimeler onları bambaşka yerlere sürükleyebiliyor. Düşünceler, serbest
çağrışımlarla bir kelimeden başka bir kelimeye oradan da bambaşka bir olaya
atlayabiliyor. Bazı öykü ve romanlarda bu teknik hiçbir düzenli düşünceye yer
verilmeksizin kullanılır. Sık karşılaşılan bir örnek olduğu üzere, genellikle akıl
sağlığı tam olarak yerinde olmayan karakterlerin düşünceleri, sürekli bilinç akışı
tekniği içinde, okuyucuyu yoracak bir tarzda verilir. Konuşmaların,
düşüncelerin nereye gittiğini takip etmek okur açısından oldukça zor olur.
Anlamlı bir bütün çıkarmak başlı başına bir uğraş haline gelir. Elbette bu bir
tercih meselesi. Güray Süngü tercihini böyle bir bilinç akışından yana
kullanmamış. Okuru yormayan, her insanın zihninde olabilecek türden
çağrışımlarla düşünen karakterler oluşturmuş. Savrulan düşünceler asıl olaydan
çok fazla uzaklaşmadan toplanıyor, böylelikle gerçek düşüncelerin arasında
geziyormuş hissi okura aktartılırken bilinç akışının anlatıyı okur açısından
olumsuz kılacak noktalarına da varılmamış oluyor.
Başarılı şekilde kullanılan bilinç akışı tekniğinin
romana getirdiği en önemli faydalardan biri de romanın akıcı bir dile sahip
olması. Kış Bahçesi, hızlı ve akıcı
bir biçimde okunabiliyor. Bu, roman ya da öyküler için her zaman olumlu bir
özellik olmayabilir. Ancak Kış Bahçesi
gibi iyi kurgulanmış bir romanın okuru yormadan, hızlı bir biçimde ilerlemesi
de yazarın başarısını gösterir nitelikte. (Aksi bir durum da bu roman için
garip karşılanmazdı.) Romanda kullanılan dil ve üslup için de aynı şeyi
söylemek mümkün. Sayfalarca süren betimlemelere, karakterlere ait “büyük
sözlere”, sanatlı ve dolambaçlı ifadelere yer verilmemiş Kış Bahçesi’nde. Zaten birinci tekil şahıs ben anlatıcının hâkim
olarak kullanıldığı bir romanda böylesi bir tercihin pek gerçekçi olamayacağı aşikâr. Yine de satır aralarında etkili sözler görmek
mümkün karakterlerin dilinden. Karakterlerin kişisel özellikleri göz önüne
alındığında bunun da tutarlı bir tercih olduğu görülebilir. Zira Aziz Çalışkan
son zamanlarda pek yazamasa da başarılı bir yazar. Harun’un ise geç de olsa
kitaplarla sıkı bir ilişki kurduğunu anlıyoruz.
Olay örgüsünün ve başarıyla kullanılmış bilinç akışı
tekniğinin dışında kitabı okumayı zevkli kılan bir başka özellik de yine
postmodern anlatılarla daha sık görülmeye başlanan ironi kullanımı. Romanın
tamamına yayılan bir ironiden bahsedilemez belki ama karakterlerin
konuşmalarında zaman zaman ironilere rastlamak mümkün. İroni ile beraber
esprili bir dili de var Kış Bahçesi’nin.
Son dönemde yazılmış, postmodern tekniklere yer
verilen roman ve öykülerde geçmişin aksine bir “heyecan” ve “merak” unsuru da
var. Eskiden bu tür metinlerde olaylar anlatının en sonunda çözülse bile ağır
akan anlatılar tercih edilir, üslup ve kurgu ön plana çıkarılır ancak düğüm
sona bırakılsa da bu noktaya gelene kadar bir merak oluşturulmazdı. Çünkü zaten
“olay” eskiye nazaran önemini yitirmişti. Belki en sona ulaşana dek -ki bazı
anlatılarda tam manası ile bir sondan bahsedemeyiz bile- anlatılanlar anlamlandırılamaz
ama bu anlaşılamama bir heyecan ve merak hissi doğurmazdı. Kış Bahçesi ise Harun ve Aziz Çalışkan’ın hayatları olmak üzere iki
farklı hikâye üzerinden iki farklı bölüm şeklinde ilerliyor ve okur tarafından
aralarında bir ilgi kurulamayan bu iki bölüm sayesinde “acaba ne olacak?”
sorusu son sayfaya kadar taşınıyor.
Kış
Bahçesi hakkında ayrıntılı bir yazı yazma düşüncesi ile
oturduğumda bu merak unsuru yüzünden bir plan yapmak zor oldu benim için. Kış Bahçesi henüz yeni sayılabilecek bir
kitap ve romanda olayın büyük bir önemi var. Denebilir ki romanın en güçlü
yanlarından biri olay ve bunun kurgulanış şekli. Dolayısı ile olay hakkında
ayrıntılı bilgi vermek romanın tüm büyüsünü kaçırabilirdi. O yüzden kitap
hakkında daha genel ve teknik üzerinden ilerleyen bir yazı yazmaya çalıştığımı
da burada belirtmiş olayım.
Romanda bu iki farklı hayatın anlatımı, farklı
bölümler halinde verilmiş. Toplam 27 bölümden oluşan Kış Bahçesi’nde genellikle bir Harun’un bir Aziz Çalışkan’ın hayatı
anlatılıyor. Bu da yazının başında yaptığım “postmodern anlatı teknikleri”
tespiti açısından değerlendirilebilecek bir tercih. Aynı anlatı içinde farklı
zaman dilimlerinden, farklı hayatlardan kesitlerle, ya da birbirinden farklı
dil ve üslubun kullanımı ile oluşturulan “parçalılık” Kış Bahçesi’nde de iki farklı hayatın paralel olarak anlatılması
ile karşımıza çıkıyor. Bu ise hem yukarıda değindiğim merak unsurunu artırırken
hem de okura farklı bir bakış açısı sunuyor. Aslında bu, yaşadığımız modern
hayatın tek bir parçadan oluşan yeknesak bir bütün olmadığını, iç içe geçmiş
onlarca bileşenden oluştuğunu ve bir olayın birden fazla sebebe
bağlanabileceğini, dolayısı ile de bir “belirsizlik” içinde yaşadığımızın başka
bir biçimde ifade edilmesidir.
Kış
Bahçesi’nde üstkurmaca tekniğinin kullanıldığını da
görüyoruz. Bu kendini çok belli eder bir biçimde yapılmamış. O yüzden bu
tekniğin kullanıldığını değil ama bu tekniğe bir gönderme yapıldığını ve okurun
zihninin biraz bulandırıldığını söylemek daha doğru olacaktır. Kitabın son
bölümlerine doğru Harun’un yaşadıklarının Aziz tarafından kurgulanmış bir roman
gibi anlatıldığına şahit oluyoruz. Ancak bu çok uzun süren bir bölüm değil.
Hatta dikkatle okunmadığında bu ayrıntıyı gözden kaçırmak bile mümkün. Kitabın son
sayfalarında ise Harun ve Aziz’in hayatları öylesine kesiştiriliyor ki işte bu
kez kurmaca sanılan hayatın gerçekliğini görüyoruz. Böylelikle üstkurmacanın,
gerçek ve kurmacayı ayırt edilemeyecek derecede karıştırmak şeklinde
özetleyebileceğimiz amacı yerine gelmiş oluyor.
Kış
Bahçesi’ni okuyacak olanlara ufak bir tüyo vermekte fayda
var: Kitap boyunca ayrıntıları gözden kaçırmamak önemli bir nokta. Bu hem
kitaptan alınan zevki arttıracak hem de sona doğru yaklaşırken tahminde bulunma
imkânı yaratacaktır. Romanda kitabın başlarından itibaren satır aralarında sona
dair ufak ipuçları toplamak mümkün.
Kitap hakkında bu kadar şey söyleyip hiç olumsuz bir
yöne değinmemek yazıyı bir “güzellemeye” çevirebilir, bunun farkındayım. Yine
de kitabın kurgusu ya da üslubu açısından olumsuz olarak eleştirebileceğim bir
yer yok. Ancak kapağın kitaba dâhil olduğunu düşündüğümden iki nokta için
olumsuz bir şey söyleyebilirim. Bunlardan birincisi kitabın ismi. Her ne kadar
kış bahçesi, olayların çözülmeye başladığı önemli bir mekân olsa da bütünlüğü
göz önünde bulundurarak daha iyi bir isim bulunabileceği kanaatimdeyim. Diğer
nokta da kitabın kapak fotoğrafı. Fotoğrafa kitapla ilgili çeşitli anlamlar
yüklenebilir belki fakat bunun da çok doğru bir tercih olduğunu düşünmüyorum.
Kış
Bahçesi iç monolog, bilinç akışı, parçalılık, ironi,
üstkurmaca gibi tekniklerin kullanıldığı, iyi kurgulanmış bir roman. Postmodern
anlatı tekniklerinden başarıyla yararlanan yazarın olayı göz ardı etmeyerek
merak unsurunu da kitap boyunca canlı tuttuğunu görüyoruz. Kış Bahçesi dikkatli okurlarını bekleyen başarılı bir roman.
[1] Güray Süngü, Kış Bahçesi, 1.b. (İstanbul: Okur Kitaplığı, 2011)
Tasfiye 38, Nisan Mayıs 2012
Tasfiye 38, Nisan Mayıs 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder