12 Mart 2014 Çarşamba

Dee-lir-mek hak-kıı-mız söö-ke söö-ke aa-lı-rız!






Artık bu ülkede gündemi takip edip, ülkede olup bitenlere dair haberleri okuyup, siyasetçilerin olup bitenler hakkındaki yorumlarını dinleyip, tüm bunların sonunda delirmemek çok güç. Bu yüzden başta asla kullanamadığımız toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı olmak üzere tüm haklarımdan feragat ederek, devletten tek bir hak istiyorum: Delirme hakkı. Bunu fazlasıyla hak ettik.

Türkiye'de haber izlemenin insanda müthiş bir tahribat yarattığına eminim. Hele de bunu bir gazeteci olarak görev gereği yapıyor, yani işle uğraşırken bile bu bataklıktan çıkamıyor, çalışırken de bu işkenceden kurtulamıyorsanız durum daha vahim bir hâl alıyor.  Gazetede gün boyunca ajanslardan geçen önemli tüm haberleri detayları ile biliyorum. Siyaseti bir kenara bırakın, her gün birkaç kadın ya dövülüyor, ya öldürülüyor. Her gün birileri mutlaka bir haksızlığa uğruyor. Her gün birileri bir tecavüz davasında insanlarla alay eder gibi savunmalar yapıyor. Karısını her öldüren istisnası olmaksızın "Erkekliğime laf etti" diyerek indirim almaya çalışıyor. Görev sırasında birini öldüren polisler olay anını asla hatırlamıyor. Gözaltında ölen birinin kendisini yüksekliği bir metre bile olmayan bir masaya asarak intihar ettiği söylenebiliyor mesela. Ben de her gün bunlara yeniden maruz kalıyorum. Bunun bende yarattığı tahribatı, düşünce dünyamdaki olumsuz etkilerini aktarabileceğimi sanmıyorum ama en azından bahsetmek istiyorum.

Gün boyunca ajanslardan bu haberler gelirken, diğer yandan da uyumadığı her an konuşabilme yeteneğine sahip olan bir Başbakan'ın, reklam almadığı her an Başbakan'ın konuşmasını yayımlama yeteneğine sahip kanallar tarafından verilen konuşmaları televizyonlarda dönmeye devam eder. Başbakan, her gittiği yerde miting yapılan şehrin oy oranına göre artan kibir ve nefretin haricinde birebir aynı konuşmayı yapar. Eyy, Menderes, noktasında, milli irade, darbe, duble yol, vesayet gibi anahtar kelimelerle tamamı özetlenebilecek bu konuşmalarda kullanılan argümanların zaman zaman birbirleriyle çelişmesi, Başbakan'ın otoriter bir lise müdürü gibi durmadan kendisini dinleyen muhalifleri azarlaması, onlara hakaret etmesi de insanı çileden çıkarır. Bu konuşmalar, günde ortalama iki kez birer saat canlı; ardından da her haber bülteninde birkaç dakika kasetten verilir! Bunların bendeki yansımasının ne olduğunu anlatmak için her defasında televizyonu kucakladığım gibi camdan aşağı fırlatma hissiyle dolduğumu söylemek sanırım yeterli olur. 


Aylardır gazetedeyim ve aylardır her an yakın bir televizyondan olmasa bile uzaktaki bir diğerinden mutlaka duyduğum bu sese karşı duyarsızlaşamadığım gibi, git gide kulaklarımın hassasiyeti de arttı! Bu konuşmalara şeklen alışmak mümkün olsa bile her gün daha da sinir bozucu hale gelen içeriklerine karşı bir savunma mekanizması geliştirmek mümkün değil. Bağışıklık kazanıldığını anlayınca hemen mutasyona uğruyor çünkü. Çocukların öldüğü günlerde "Caanım seramiklere" üzülen birine nasıl tahammül edebilir bir akıl? Durmadan darbe paranoyası ile yeni senaryolar üreten birine karşı mantığımızı nasıl devreye sokabiliriz? Banu Avar'dan ve dış mihrak komplolarından bıkmışken Başbakan'a biat etmiş muhafazakar Banu Avar'lara karşı akıl sağlığımızı nasıl koruyabiliriz?


Sadece Başbakan'ın konuşmaları ve yukarıda bahsettiğim haberler değil mesele. Haber takip etmek için sosyal medyaya da bakmak lazım. Yüzünü asla görmediğim ve görmeyeceğim insanların sosyal medya nedeniyle hop diye dibimde biten yorumları, az önce Başbakan'ın meydanlarda yumuşatarak söylediği nefret dolu ifadelerin daha gerçek haliyle açık açık yazılmış halleri insanda bu defa da bilgisayarı camdan aşağı fırlatma hissi doğruyor.

Sadece Başbakan'ın konuşmaları ve yukarıda bahsettiğim haberler değil mesele. Haber takip etmek için sosyal medyaya da bakmak lazım. Yüzünü asla görmediğim ve görmeyeceğim insanların sosyal medya nedeniyle hop diye dibimde biten yorumları, az önce Başbakan'ın meydanlarda yumuşatarak söylediği nefret dolu ifadelerin daha gerçek haliyle açık açık yazılmış halleri insanda bu defa da bilgisayarı camdan aşağı fırlatma hissi doğruyor.

Eve gidince haber kanallarında her üç yılda bir dönüşümlü olarak "kadrolu tartışmacı" sıfatı kazanan insanlar arasındaki tartışmaları da bir haber var mı diye başka bir işle uğraşırken de olsa izlerim. Eskiden iktidarı savunmak için tartışma programlarında yer alan donanımlı liberal yazarların yerine "kadro"ya yeni girenleri uzun süre dinlemek zaten mümkün olamıyor. Ama onları duyduğum o kısa süre de, yeniden gündemin içinde boğulduğumu, insan aklıyla alay edildiğini, ruhumda ciddi bir tahribat olduğunu, orada milyonların önünde açıkça yalan söylenirken benim "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" modunda çaresiz kaldığımı hissetmek için yetiyor. 

Bugün, Berkin Elvan'ın toprağa verildiği gün, sosyal medyadan, İstikal Caddesi'nde pilav satan bir çocuğun biber gazı kapsülü ile kafasından vurulduğu haberi geliyor. Bugün, Şamil Tayyar, Berkin Elvan için üzülenlere hitaben "Şerefsizsiniz" diye başlayıp, ölümünün Gazi Katliamı'na denk getirilmesi için Berkin'in fişinin kasten çekildiğini anlatan bir metin paylaşıyor. Sonra "iyi ki geberdi, devlete karşı gelirsen böyle olur" yazanları görüyorsunuz. Yarın yine Başbakan bir mitingde konuşacak. Öbür gün yine konuşacak.Bu günler içinde bir kadın daha öldürülecek. Taksim meydanındaki betonlara zarar gelmesin, meydanda binlerce kişi aynı anda soluyup Taksim'de oksijeni bitirmesin, halk zarar görmesin diye polis halka biber gazı ve tazyikli su ile saldıracak. Böylece polis meydana gelmek isteyen vatandaşa zarar vererek, boşaltılan Taksim meydanında olmayan vatandaşları koruyacak. Başbakan, kendisini eleştiren herkesi parti kurmaya davet edecek. Çok kalabalık olduklarına inandıkları için birileri özgürce başkalarının özgürlüklerine müdahale etmeye, onlara hakaret etmeye devam edecek. "Bu ses kayıtları dublaj" diyen Başbakan'ın youtube'dan ses kayıtlarını kaldırmak için sesinin telifini almaya çalıştığına dair haberi okuyan AKP'liler "Dublajsa zaten onun sesi değildir" demeyecek. Ben yine tüm bunları ayrıntıları ile bilip sinir olmayı sürdüreceğim.


Daha fazla sinir olarak kendimi yıpratmamak için yüce devletimizden delirme hakkımızın anayasal güvence altına alınmasını, bu hakkı kullanabilmemiz için devletin bize imkan yaratmasını, mümkünse bu süreci hızlandırmak için merkezler kurmasını istiyorum. Kurmazlarsa bu defa son kez, var gücümüzle bunun için meydanlara çıkarak bağıralım: Dee-lir-mek hak-kıı-mız söö-ke söö-ke aa-lı-rız!












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder