19 Kasım 2012 Pazartesi

“Saroyan gibi yazmak” ve “ilkokul Türkçe kitaplarında okutmak”



Bitlis’ten Amerika’ya göçmüş Ermeni bir ailenin ferdi olan William Saroyan’ın Türkçeye Aram Derler Adıma  şeklinde çevrilmiş My Name is Aram isimli öykü kitabı için “Saroyan’ın çocukluk anılarından oluşan bir kitap” diyebiliriz. Çevirmenin deyimi ile bu kitap “[yazarın] çocukluk anılarının ekseninde otobiyografik yazılar toplamı[dır]” Aram Derler Adıma, yazıldığı döneme ait öyküler ile bugünün öykü metinleri arasında bir kıyaslama yapma imkânı verdi bana. Dönemine göre değerlendirdiğimizde “eh işte” denilebilecek öykülerden oluşan kitabın bugünün okuruna çok da cazip gelmeyeceği kanaatindeyim.

Tüm öykülerde birinci tekil şahıs anlatıcının kullanıldığı bu kitapta -anlatıcıyla da çokça ilişkili olarak- metinlerin öyküden ziyade anıyı akla getirdiğini söyleyebiliriz. Elbette çeşitli sebeplerle anı türünün özellikleri aşılmış olsa da bugünden baktığımızda bu öykülere “iyi” diyemiyorum.

Sıradan insanların başından geçen basit olayları anlatıyor yazar. Bu olayları ve insanları “görünür” kılıyor. Bu noktada bir başarıdan bahsedebiliriz. Ama aynı şeyleri söyleyebileceğimiz Sait Faik öyküsünün etkileyiciliği bu öykülerde hak getire.

Öykülerde olaylar yer yer flashback’lerle ya da diyaloglarla kırılmalara uğrasa da genel olarak kronolojik bir sırayla anlatılıyor. Geriye dönüşler, zamanda sıçramalar yalnızca gerçek hayatta olabilecek şekliyle, karakterlerin eskiyi hatırlaması ile gerçekleşiyor. Bu ise tekdüze bir metinle karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor.

Oysa bu kitabı bana öneren Mehmet Sait Çakar, bunların iyi öyküler olduğunu ve hatta Amerika’da “Saroyan gibi yazmak” diye bir deyim bulunduğunu söylemişti. Vikipedia da “Saroyanesque” tarzdan bahsederek bu bilgiyi doğruluyor. “Saroyan gibi yazmak” diye bir deyim olabilir, hiç itirazım yok. Ama cümle içinde kullanmam gerekirse: “Bugün Saroyan gibi yazarsanız, sizi kimse okumaz.” Tamam, iyimser olalım: İlkokul ve lise ders kitaplarında yer bulmak konusunda bir sıkıntı çekmezsiniz.

İnsanı yormayan, sıkmayan, okura zevk veren öyküler var bu kitapta. Yazarın dilinin akıcı olduğunu da söylemeliyim. Fakat yine de metinlerde bir çarpıcılık yok. Belli miktarda öykü okumuş birinin bu öykülerden zevk alacağını sanmıyorum. Bugün Ömer Seyfettin’i bile okusanız daha fazla zevk alabilirsiniz, hiç olmazsa olaylar önemlidir onun öykülerinde. “Büyük olaylar”ın, “büyük laflar”ın, sanatlı ifadelerin, derin anlamların yer almadığı bu öyküler sadeliğin güzelliğinden ziyade basitlik barındırıyor. Ayrıca kitabın arka kapağında yazarın ironik, esprili bir dile sahip olduğu iddiası yer alıyor. Eğer çevirmen bu dili mahvetmediyse en azından Haldun Taner okumuş biri için bu iddia da çok kayda değer olmayacaktır.

William Saroyan
Bugün niye Saroyan gibi yazalım? Bugünün “öykü okurları” niçin Saroyan okusun? İnsanoğlu, Gılgamış’tan başlarsak, 3000-4000 yıldır hikâye anlatıyor. Her gün birilerine başımızdan geçen şeyleri, akşam ne yaptığımızı, yarın ne yapacağımızı anlatıyoruz. Bunları elbette birinci tekil kişi olarak anlatıyor ve özellikle üzerinde düşünmediysek olayları kronolojik bir sırayla aktarıyoruz karşımızdakine. Her gün başımıza gelenler de polisiye romana konu olacak şeyler değil tabi. İnsanoğlu binlerce yıldır aynı şekilde hikâye anlatmaktan sıkılmasaydı bugün günümüz öyküsü, çok değil 30-40 yıl öncesinin öyküsünden bile farklı, bambaşka bir yerde olur muydu? İnsanlar aynı hikâyeleri, aynı şekillerde dinlemekten doğal olarak sıkılır ve bir yenilik arar. Mesele bu kadar basit. Yeni dertler, eski biçimlerle anlatılamaz. Hem de dünya bu kadar hızlı değişirken. Radyonun 30-40; televizyonun 10 yılda ulaştığı kişi sayısına, akıllı telefonların bir yıldan kısa bir zamanda ulaşmasının edebiyatla hiçbir ilgisi olmadığını mı düşünüyorsunuz yoksa?

Sait Abi bunlara itiraz edecek kuvvetle muhtemel. Ama kendisi niçin aruz vezni ile şiir yazmıyor, onu da merak etmiyor değilim :)

Son olarak kitapları genellikle “yatarak okunacak kitaplar” ve oturarak hatta zaman zaman ayağa kalkıp, şaşırıp, düşünerek okunacak kitaplar diye ikiye ayırırım. Bu, “yatarak okunacak kitaplar”dan. Yatarak bir şeyler okumak, kafanızı dağıtmak istiyorsanız iyi olabilir. Aksi halde “Saroyan gibi yazmak” tamlaması ile ifade edilen tüm yazarlardan uzak durmanız gerektiğini düşünüyorum.

Not: Niyetim Saroyan’ın öyküleri hakkında genelleme yapmak değildir. Bu kitapta yer alan öykülerden yola çıkarak bu tür öykülere dair bir şeyler söylemeye çalıştım.


Bu yazı Yoram dergisi mail grubu için yazılmıştır. Tartışmaya mail grubundan katılmak ya da tartışmayı izlemek için: https://groups.google.com/forum/?fromgroups=#!topic/yordam/aBSw6I3Ol0I

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder