19 Ocak 2013 Cumartesi

Şikâyetim Var Cümle Yasaktan




Dergi işleri ile ilk defa 11. sınıftayken uğraşmaya başladım ve kaçınılmaz olarak sansürle de. 17 yaşında sansürle tanışmış olmak bu ülkenin vatandaşı olduğumu ve bunu ne denli yoğun yaşadığımı gösteren en önemli işaretlerden biri galiba.

11. sınıfta okuldan haberlerin, öğrencilerin yazılarının yayımlandığı güncel bir dergi çıkarmaya başlamıştık. Yanlış hatırlamıyorsam 15 günde bir çıkıyordu. Adını S.O.S koymuştuk. Hem bildiğimiz S.O.S anlamında hem de "sosyal bilimler" sınıfı olduğumuz için sosyalin kısaltması olarak. Ayrıca derginin mottosu "Sosyal" Okulun Sesi olduğundan bu mottonun ilk üç harfine de tekabül ediyordu "S.O.S". Okulda hoşumuza gitmeyen şeyleri eleştiriyor, bizi ilgilendiren her konuya değiniyorduk.

Yazı-çizi işlerinden ilk defa ve belki de şu ana kadar en çok para kazanmama sebep olan şey de bu dergi olmuştu. Bugün yüzlerce satan edebiyat dergilerinin bile zarar ettiği malum. Biz ise 30-40 tane bastığımız bu dergi ile epey para kazanmıştık. Reklamlar sağ olsun. Reklam ve pazarlamanın üst düzey bir örneğini göstererek sekiz on sayfalık bir dergi için üç farklı dersane ile anlaşmış, arka kapağa ve iç sayfalara reklam almayı başarmıştık. Üstelik derginin basımı da bedavaydı. Dergiyi çoğalttığımız yerden de reklam aldığımız için basım masrafı ortadan kalkmıştı. Bu derginin hikâyesi bitmez, bunları başka bir yazıda anlatmak üzere kısa kesiyor asıl konumuza dönüyorum.

Dergi öğretmenlerden büyük ilgi görüyor, hakkında bir şeyler yazdıklarımız bile okuyup eğleniyordu. Ama okul yönetiminin eğlendiği söylenemezdi tabi. Birkaç sayı çıkarmış, reklam paralarını çıkaracağımız sayılar da dahil olmak üzere peşinen almıştık. Sonra da sınıfça mükellef bir piknikte paraların önemli bir kısmını afiyetle yedik tabi! Bu afiyetle yeme işlemi sırasında bir telefon geldi ve  künyede "danışman" olarak görünen bir öğretmenimiz müdür beyin çıkacak sayının bilmem ne kurulu tarafından onaylanması gerektiğini söylediğini anlattı. Dergiyi flash bellek ile hocaya vermiştim zaten. Ama olmazmış. İlla basılı olacakmış. Niye? Çünkü bürokrasi böyle bir şeydir. Tüm kurallar işleri zorlaştırmak için uydurulur.  Neyse ki hoca sayfaların çıktısını alıp müdüre göstermiş. Böylelikle ilk sorun kısmen halledilmiş, hayatımız boyunca çilesini çekeceğimiz hantal bir hayvan olan bürokrasi karşısında bir zafer kazanılmıştı. (efekt: alkışlar, zafer marşı, sevinç çığlıkları)

Bu zafer çok uzun sürmedi. Ne demişler askerî başarılar, ekonomik başarılar ile... Neyse  bunun konumuzla ilgisi yok. Sonra reklamların sorun teşkil ettiğini öğrendik. Reklam parası almışsak bunu okula vermemiz gerekiyormuş. Okulda böyle şeyler olmazmış. İyi güzel de biz paraları ızgaranın yardımı ile bir güzel yemiştik zaten. Hem elimizde bir makbuz falan da yoktu. Dersaneler paraları elden vermişti bize. Dolayısı ile reklamların bir lira gibi bir ücret karşılığında alındığını hatta bedava olduğunu bile söylemek mümkündü. Bu meseleyi de bu minvalde geçen bir konuşma ile hallettik.

Ama efendim gün geçmiyor ki özgür basın susturulmasın! Bu defa da disiplin kurulunun yolunu tutmamız gerekti. Okulda dergiyi sadece bir kulüp, imtiyaz sahibi müdür olmak kaydıyla çıkarabilirmiş. Künyede genel yayın yönetmeni (efekt: hey hey yine de hey hey!) olarak göründüğümden bu şanslı kişi ben oldum tabi. Disiplin kurulunun dergiyi en beğenen hocalardan oluşması benim için şaşırtıcı ve komik bir konuşmaya dönüştürdü bu işi. Ortam pek disiplinsizdi anlayacağınız. Şakalar, komiklikler, gelsin çaylar, gitsin bisküviler şeklinde geçen eğlenceli bir sohbetten sonra "tamam sen git" dediler. Ee disiplin şeyi vardı?

S.O.S yoluna devam etti böylece. En başka müdürün ismini yazdık tabi. Sonra formalite gereği bir kulübün de ismini ekledik künyeye. Dergiyi bizim çıkardığımızı vurgulamaya devam ediyoruz elbette. Bu arada dergi diyorum ama biz ona gazete diyorduk galiba o zamanlar. Evet şimdi kalkıp S.O.S'un sakladığım sayılarını buldum. Sol üst köşesinde şöyle yazıyor: 15 günlük kültür-sanat, mizah, haber gazetesi.

*

Üniversiteyi kazandıktan sonra sıcak bir yaz günü çarşıdan eve gitmek için Lüleburgaz'da şehir içi ulaşımda kullanılan sarı Magirus minibüslerden birine binmiştim. (Bknz: Görkem Evci'nin Anılarında Mehmet Sait Çakar Etkisi başlıklı basılmamış yüksek lisans tezi.) Minibüste disiplin kurulunda da bulunup süreci yakından takip eden, dersime hiç girmemiş ama S.O.S'u da, beni de iyi tanıyan bir öğretmene rastladım. Başka bir şehre gidecekmiş o yıl. Hem bununla hem de üniversiteyle ilgili şeyler konuştuktan sonra şöyle dedi gülerek: Orada da bir dergi çıkartırsın artık. Böyle sansürlerle karşılaşmayacağımı falan da söylemişti. Ya da bir temenni miydi bu? Öyle de olabilir. Tam hatırlamıyorum.

Ama aynen öyle oldu. Temenni kısmı hariç tabi. Üniversitede BUcümle'yi çıkarmaya başladık. Önce BUcümle de dikkate alınmadı bağlı bulunduğu kurum tarafından. Ama sonra ciddi bir şeyler yapıp, sağa sola çomak sokunca işler değişti. Dergi denetime girmeye başladı. (Yine bilmem ne kurulları devrede) Bir sayıda da girdiği denetimden çıkamadı. İşler değişmedi yani. Yine toplantılar takip etti bu süreci. Bu sefer biraz daha sertti her şey. Meseleler artık daha ciddiydi. Büyümüştük yani. Sansürlerle üstelik. Sansürlerle büyümek. Abartmıyorum. Küçükken "Sus, büyüklere cevap verilmez"leri, "Sen konuşma bakalım"ları da hesaba katın bence. İlk paragrafta geçen "17 yaşında sansürle tanışmış olmak"   cümlesini de tekrar düzenlemekte fayda var.

Bu derginin sansürlenmesi ile ilgili toplantıları biraz geri saralım:

İlk toplantı. Derginin denetimden geçmediğini öğrendikten sonra dergi ekibi ile yaptığımız toplantı çok anlamlı olmuştu benim için. En ufak bir müdahale durumunda bile duruşumuzdan taviz vermememiz gerektiğine inanıyor fakat dergiye emek veren bunca insan adına böyle bir şey söylemenin doğru olmadığını düşünüyordum. Kimseyi böyle bir şeye zorlamamak gerekirdi. Nihayet herkesin bu fikirde olduğunu görünce hakikaten çok rahatlamış ve mutlu olmuştum. Herkesin aynı şeyi düşünüp, aynı sebeple dillendirmemesi ise işin en "sinematografik" yanıydı sanırım.

Sansür değişmemiş ama imkânlar ve durumlar değişmişti. Dergiyi inandığımız değerlerle çıkarmayı başardık. Soncümle'ye noktayı biz koyduk. Barış ve Adalet Haftası'nı da anlattık, tutuklu öğrencileri de. O günlerde dergi ekibinden Semuhi şu şarkıyı yollamıştı bize. Diyeceklerim hasılı da odur.


"Şikayetim var cümle yasaktan
Dillerimi hakim bey bağlasan durmaz
Gelsin jandarma polis karakoldan
Fikrim firarda mapusa sığmaz eyvah

Gün olur yerle yeksan olurum
Gün olur şahım devr-i devranda
Kanun üstüne kanun yapsalar
Söz uçar yazı iki cihanda eyvah

Sussan olmuyor susmasan olmaz
Dil dursa hakim bey tende can durmaz
Yazsan olmuyor yazmasan olmaz
Kaleme tedbir koma tek durmaz."


1 yorum:

  1. ellerinize sağlık efendim, bilakis korkarım ki ben bundan böyle yazdıklarımda bu yazının tesiri altında kalacağım.

    YanıtlaSil